16 Aralık 2013

ÖYLE BİR YERKÜRE

Sen de kendin gibi olmak istiyorsun, duvarların ardındaki denize bakmak istiyorsun, yağmurda şemsiyesiz yürümek istiyorsun, her dakika fotoğraf çekmek yerine anı yaşamak istiyorsun, demli çayını yudumlarken rüzgârı teninde hissetmek istiyorsun, baharda açan erguvanları doyasıya izlemek istiyorsun, zaman ilerlerken tutkularının peşinden koşmak istiyorsun, gecenin karanlığında bir mum ışığı büyüsünde, sevdiğin kişinin dünyanı aydınlatmasını istiyorsun, sobanın üstünde kestane pişirip kokusunu içine çekmek istiyorsun, belki de tek göz odada kuzine sobanın sıcaklığını istiyorsundur. İstiyorsun ama daha zor olanı, seni daha çok yoranı seçiyorsun. Yanından geçtiğin güzellikleri görmeden, köleliğini sürdürmek için işine gidiyorsun. Bir de ne kadar çok kazanıyorsan, o kadar başarılı addediliyordun değil mi? Belki işinde ya da okulunda çok 'başarılısın' ama yaşadığın dünyada bir çocuk dahi açsa, 'insan' olmakta ne kadar başarılısın? 

Televizyonun karıncalı görüntüsünün altında verilen yalan haberlere inanmayı tercih ediyorsun, hani o karıncalı görüntü de rahatsız ediyor aslında seni ama bir türlü düğmeye uzanıp da kapatmıyorsun. Etrafını çevrelemiş tel örgülerle nefes alıyorsun. Hatta zaman zaman nefes alamıyor gibi oluyor, çok bunalıyorsun değil mi? Ama nedense boğazını saran telleri hafifçe gevşetip, yaşamına geri dönmeyi tercih ediyorsun. Tamamen kurtulmayı bir türlü istemiyorsun, neyden korkuyorsan... Basit bir güzellikte yaşamak isteyenlere de hayalperest demeyi seçiyorsun. Zor olanı sen seçmişken, kâbus içinde yaşayan senken, neden o hayalperest? Korku filmi ürpertisinde olan yaşamın seni bunaltmaz da, kapalı havalar seni niye bunaltır? 

Acılar tükenmek bilmezken, bir çocuğun gülümsemesini kazanmak için neyi bekliyorsun?
En büyük acımız; çaya batırdığımız bisküviyi bardağın içine düşürmek olsun. Öyle bir yerkürede semayı seyredelim...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder